Yağan kar mıydı her şeyi böylesine büyüleyici kılan yoksa içinde bulunduğu durum mu? Ya da hayatın yıllarca göstermekte cimri davrandığı mucizelerini şimdi birer birer önüne serişi, süslü paketlerle armağan edişi miydi gerçekten sihirli olan?
Sihri, büyüyü Harry Potter'la öğrenen nesildendi o da ben gibi. Kısaca; önceki kuşaktan farkı büyünün korkunç bir şey olmadığını, tersine çocuk oyuncağı olduğunu biliyordu. -peki ya Tanrı bir çocuk muydu?- Böyle büyülü gecelerde Amerikan filmlerinden öğrendiği gibi sıcak bir fincan çay yahut kahve -haydi sıcak çikolataya da kıyamadı diyelim- alıp eline pencerenin arkasından dünyayı izlerdi ve gökten taneler halinde inen büyüyü...
Yıllardır hissetmediği şeyleri hissedişinden önce hoşlanmamıştı -büyüyü diyorum-. Ne de olsa monotonluğun kendisini kötülüklerden koruyacağını öğretmişti babası. Alışkanlıkların esiri, saplantıların kölesiydi ne de olsa.
Bu büyük yer değişikliği onu tedirgin etmişti. Aslında modern zaman prenslerinin en azılı problemini yaşıyordu. Büyü sandığı sıradanlığın daniskasıydı. Aşk mı kariyer mi problemi... Ucuz magazin dergilerinde bulabileceği bir cevaba sahipti bu problem ya... Onu asıl heyecanlandıran bu değildi ki.
Büyünün asıl sebebi hayata dair sahip olmadığını sandığı tat alma duygusunu elde edişiydi. Önceleri çok da zevk almadığı şeyler artık onun için mücevher değerinde anlar haline gelmişti -pencereden dışarıyı izlemek gibi-. Önceleri zaman kaybı olarak gördüğü romanlar, filmler ve müzikten artık öylesine bir tat alıyordu ki ve bunu öylesine anlatamıyordu ki.
Herkes farkındaydı. Annesi; "bir kıpır kıpırsın, bir durgun deniz şu sıra." demişti. Oysa alışkın olduğu hayat daha çok gürül gürül akan bir nehre benzetilebilirdi. Öylesine hızlı yaşardı günlerini önceleri. Şimdiyse ajandasını çöpe atmıştı, gelen telefonlara cevap vermiyordu. Ulaşmak istediklerine kendisi ulaşırdı nasıl olsa.
Bir gülümsemeydi aslında onu böylesine silkeleyen, yüzündeki maskeyi savurup atan, boynundaki kravatı tam tepesinden bir makas darbesiyle geçmişin çöp kutusuna yollayan.
Olur muydu gerçekten böylesine bir değişim? Mümkün müydü Hollywood filmlerinin başrol karakterlerine dönüşümü? Gerçekten bir bardak sıcak çay ve bir pencere arkasına mı ihtiyacı vardı romantizm için yoksa gerçekten farklı atan bir kalbe mi? Hayatın akışını kısa parmaklarıyla durdurabilir miydi, tuttuğu kalemle, kalemin üzerinde kaydığı kağıtla veyahut saman kağıdına basılmış kitapların kokusuyla? Yoksa kendini öldürüp yeni birini alıp koymak göğüs kafesinin içine, bu dünyada olabilecek bir şey miydi? Belki Amerikalı yönetmenler bu kez yanılmıyordu.