Kocaman bir hiçlik var ortada. Onun da ortasına minik bir şey. "Şey" deyişimin sebebi ne olduğu belirsiz, eciş bücüş bir siyahlık oluşu.
Hiçliğin ortasındaki siyah yaratık. Olmayışların ortasındaki olma çabası. Topraktan filizlenmesi gerekirken betonda yaşamaya çalışan yeşil, küçük bir ot. Denizlere en azından yakınlarına ait yengecin, karasal iklimle imtihanı. Kusmukla kaplı bir yazı bu. İğrençliklerle. Kendimin bile bilmediği tüm lanet olasıca şeylerin gözlerinin önüne serilişi bu işte. Bilinç akışı dediğimiz "çok edebi" yöntem belki kurtarır beni bu illetten, yani kendimden, yani saçma sapan varoluşsal sorunlarımdan, yani gözüme dev gibi görünen onlarca eksikliğimden. İçimdeki kemik kırıklarından bahsetmiş miydim organlarımı lime lime eden? Peki ya iltihap bağlamış yaralarımdan? Daha kabuğu düşmeden yeniden açılan yaralarımdan? Hiç dokunmak bile istemediğim noktalarımdan peki? Ya sen, hiç bir kirpiye dokunmayı denedin mi? Yokluktan varlığa geçen o küçük iğnelerini gördün mü gözlerinle capcanlı?Dokunduğunda o dikenleri vücudunda hissedeceğini bildiğin halde dokunur muydun peki ona? İşte ben dokunmuyorum, sırf bu yüzden. Belki korkaklık diyeceksin ama bedensel acılar bana göre değil.
Siyah yaratığın hazin sonunu görememek ve "gitmeyin. ben, çok yalnızım" diyememenin dayanılmaz ağırlığıyla yazıyorum bu yazıyı. Odamdaki susam kokusundan alıyorum ilhamımı belki de. Ya da üç beş cümleyi bir araya getirebilen herkese ilham dağıtan saçmalıklar perisinden. Tutkularını, umutlarını, hayata dair sevdiği küçük şeyleri unutan biriyle tanışmış mıydın peki? İstersen tanıştırabilirim diyecektim. İstersen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder