Resim

Resim

3 Kasım 2011 Perşembe

Elçimiz konuşuyor.

           'Yeni Kayıt''a tıklayan parmakların sahibinin aklında milyonlarca dünya vardı aslında. Bunu keşfedeli de çok olmamıştı. Milyonlarca insan, milyonlarca hikaye, milyonlarca şaşkınlık,kırgınlık,mutluluk...

           Ama tüm bunlara hayat verecek kadar hayat dolu değildi parmakları. Yazmak isteği vardı ama üzeri kapkara, kapkalın, koskocaman örtülmüştü bu isteğin sanki. Ölüm sakinliği demek belki yerinde olurdu - belki de olmazdı - ama bu parmakların sahibi ölüm sakinliğini -daha doğrusu ölüm hiçbir şeyini- henüz yaşamamıştı, bilmiyordu. Bilinmezlerin anlatılması belki de daha kolaydı, hayal kurmak kolaydı, hayal kurmak işten bile değildi -belki de en büyük işti-

           Bütün bunları yazan parmakların sahibinin son günlerde yaptığı en büyük uğraşı dudak kemirmekti.O kadar çok kemirmişti ki zaten uzun olan ön dişlerinin daha da uzamasından korkmaya başlamıştı. Ağzına gelen kan -demir gibi- tadından da tiksinmeye... Birileri demişti "kafana bir şey takıyorsan kemirirsin dudaklarını" diye. Birileri de demişti ki: "Dudaklarını kemirince kırmızı ruj sürme, kötü duruyor." Ama kırmızı rujla yeni yeni yakınlaşmışlardı zaten, şimdi uzaklaşırsa? Ya sonra?..

            Neyse şimdi kırmızı ruju bir kenara bırakalım, - ne de olsa hassas bir mevzu- bahis konumuz bu meşhur parmakların sahibinin kafasındaki kahramanlardı. Okuduğu öykülerden, dinlediği şarkılardan, gördüğü insanlardan ya da 'tabula rasa' nın külliyen yalan olmasından kaynağını alan bu yaratılmayı bekleyen kahramanlardı konumuz. Kırmızı saçlı küçük bir kız çocuğu da vardı bu kahramanlar arasında, uyuşuk bir kedi de. Sessizce beklediklerini söylemek isterdim size lakin durum bunun tam zıttı. Dırdır ediyorlar bu kahramanlar şu günlerde, fazlasıyla konuşuyorlar. Özgür olmak, başka insanlarla tanışmak, yaşamlarına artık bir köşesinden de olsa başlamak istiyorlar. Belki haklılar. Belki onları bu yazıyı yazan kişinin beyninin daracık kıvrımları arasına hapsetmek bir jaguarı 3 metrekarelik karanlık bir hücreye hapsetmekten bile bin beterdir. Bilemeyiz. Ne de olsa bunu yaşayan biz değiliz.

            Ama yine de ben bir elçi olarak -ve elçiye zeval olmayacağından aldığım güce dayanarak- bu hayali kahramanlarımızdan biraz sükunet istemeyi kendime hak görüyorum. O küçük çenelerinizi bir süre hareketsiz bırakmanız aslında hepimizin yararına sevgili hayali kahramanlar. Fırtına öncesi sessizlikten bahsediyor bu yazının yazar kişisi, biraz düşünsünler bu kavramı diyor -yani benden size bunu dememi istedi biliyorum sizin dünyanızda yok böyle bir şey hem fırtına da nesi?- Bir de fazlasıyla dırdırcı olursanız sizi yaratacak -belki de yaratmayacak- kişi olarak (evet abanın altındaki sopayı görebildiniz sanıyorum) sizin hakkınızda bazı "yanlış" izlenimlere kapılmaktan korktuğunu da iletiyor saygıdeğer (seni küçük yalaka!) yazarımız.

"Sevgiler."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder