Bazen olur öyle, bazen demekten bile sıkıldığın anlar. Parmağım neden hep aynı hareketleri yapıyor dediğin, kahvenin tadı arada değişse keşke düşüncesine tek ayak üzerinde sıçradığın anlar.
Böyle anlarda oturur kalırsın, itiraf et. İçindeki tüm değişiklik isteğine tezat olsun diye yaparsın belki bunu. O içindekinin ne olduğunu tanımlayamamanın verdiği tedirginlik yaptırır belki sana bunu. Tanımlayamadığın şeye boyun eğmek istemeyişin. Sırf o sana sıkıldığını empoze ediyor diye gidip de değişik bir şeyler yapma çabasına girmemek için.
Böyle anlarda düşünmekten, beyninin çalışmasından, odaların lambalarındaki ışığın renginin sarı olmasından, bütün basma kalıplardan, her türlü hayvan-börtü böcek kombinasyonundan, ses tonundan, dışarı çıkıp dolaşmaktan, kıyafet giymek zorunda olmaktan, kaşınmaktan, acıkmaktan, uyumaktan (evet,uyumaktan bile) sıkılırsın. Hatta biraz daha zorlasan hayal kurmak bile sıkıcı gelir.
Böylece,öylece oturur kalırsın odandaki masanın başında. Başını ellerinin arasına alır, beklersin. 11.11.11'de bir şeylerin olmasını beklersin. Bir tek şey. Bir tanecik. Yalnız bir. Yazıyla bir.
Beklersin ama o şey olmaz. Hem de kat'iyen olmaz. Biraz bile olmaz. Anlarsın. Hissedersin. Derin bir nefes alır ve kabullenirsin ki; hayallerin yine hayatı tahminde yanılmıştır. Bu kaçıncı, unuttun, tutamadın sayıyı. Bir kez ellerinden kaçırdın mı bir şeyi, her şey ağız birliği etmiş gibi ellerinden kaçmaya başlar. (Zaten bir şey, her şey değil mi? Ne ağız birliğinden söz ediyorsan!)
Bu durumda sana büyüklerin "geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye" hikayesini anımsatırlar. Ama Niğde'nin ne tarafa düştüğünü söylememekte ısrar ederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder