Resim

Resim

31 Ocak 2011 Pazartesi

Metallica sağolsun

      Kalbimde çırpınan bir kuş,gitmek istiyor delicesine.Özgürlüğümü verin bana,kuşlar özgür olmak için yaratılmıştır...
     Ya insanlar?Bütün bu özgürlük zamazingosu bizim için geçerli  mi?Safsata değil mi bunlar?Aslında tüm insanlar bir başkasının esiri olmak istemez mi?Yönlendirilmek?Bir şeyin üzerlerinde mutlak bir gücü olduğuna inanmak isteği?
     Kalbimi parçala ve çık ordan sevgili kuş.Yeter ki beni sefil hayatımla başbaşa bırak,içimi kemirme,duygularımla fırtınalar yaratma kendince.Yorgunum.Yaşlıyım 40 yaş kadar.

30 Ocak 2011 Pazar

Kürk Mantolu Madonna Üzerine...

     "  Sabahattin Ali’ye benzetilen, kendi hayatından süzülenlerle yarattığı söylenen Raif Efendi, bu türden dikenli tavırlarla kuşatılmış, derin iz bırakan karakterlerden birisidir benim için. Bir bankada mütercim olarak çalışan, hayata büsbütün yabancılaşmış gibi görünen bu bezgin, içe kapalı adam aslında hiç de göründüğü gibi değildir. Zaten kitabın ilk bölümünde onu tarif etmeye çalışan anlatıcı da sırlarına pek vakıf olamaz. Ancak ikinci bölümde hatıralarını yazdığı defterde, vaktiyle Berlin’de yaşadığı dramatik bir aşk hikâyesini kendini acımasızca tahlil eden cümlelerle anlatmaya başlar. Ve biz bu sayede onun hayatının geri kalan kısmında bir ‘hayalet’ gibi yaşamasına neden olan kadını tanımaya ve onun sayesinde kendini bu dünyada fevkalade lüzumsuz hisseden adamı anlamaya başlarız.

           Kürk Mantolu Madonna’yı okuyanların neden Maria Puder’den daha çok etkilendiğini bu yazı vesilesiyle kitabı tekrar karıştırırken fark ettim. O bir erkeğin küstah tahakkümünü, ‘ahmak gururunu’, kibirli bencilliğini ihtiyaç duyduğunda kadına has fettan tavırlarla taşıyabilen renkli, canlı bir karakter. Yazar, kadınların içinde gizlenen erkekle, erkeklerin içine sokulan kadını, durgun bir gölün sularına yansıyan gölgeli yüzler gibi resmediyor. Gücünü insanın çelişkili zaaflarından, korkularından alan bu iki karakter birbirini hem fena halde itiyor, hem de tuhaf bir şekilde çekiyor. Fazla açık ve sert konuştuğu için erkekler tarafından sevilmediğini düşünen hırçın bir kadınla, okuduğu romanların etkisiyle hayalindeki bütün kadınların vasıflarını tek bir kadında birleştiren, genç kızlara mahsus tavırlarıyla kendi yalnızlığının üstüne kapanan mahcup bir erkek. Onları buluşturan bu zıtlık ‘yalnızlıklarının’ sessizliğinde belirginleşiyor.  "
Yazının geri kalanı için http://www.izdiham.com/index.php/a-esra-yalazan-hayali-sevdalarin-cazibesi-ve-sabahattin-ali

28 Ocak 2011 Cuma

(...)

Bir doktorum var
bembeyaz önlüklü
elinde neşteri.
Neşteri bir tutuşu var
bembeyaz elleriyle
sanırsın hançer.
Yüzünde bir ifade var
sanırsın...

İçinde bir şey var
anlatamazsın.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Ayrılık Sendromları!

               Her ayrılık acıdır.Sevmiyorduysan bile en azından bir boşluk hissedersin,bir alışkanlığını kaybedersin.Hani hep masanda duran kalemliğin bir gün orada olmaması gibi,ararsın yokluğunu.
             Ama tabi şarkılarda da dendiği gibi esas ayrılık "severek ayrılmak"tır.Yani daha yaşanacaklar varken, her şey tükenmemişken vb.İşte böyle durumlarda insanlar içlerindeki negatifliği pozitif bir şeye dönüştürebilirlerse ne ala.Ama genelde biz gençler "ahh çok özledim,sorunumuz da yoktu niye ayrıldık kii,,blaa blaa blaa..." şeklinde arkadaşlarımızın başını ütülemekle geçiririz ayrılık sonrası zamanımızı.Hele son çılgınlık ayrıldığımız kişinin Facebook sayfasını her gün en az 10 defa kontrol etmek,her paylaştığından kendine ufak bir pay kapmaya çalışmak.Bunlara "ayrılığı feysbukta yaşayanlar" gibi bir başlık koyabiliriz."Ayy bak paylaştığı şarkıda 'Eğer,eğer dönebileceksen ,Yanmasına izin verme, solmasın sakın ...' geçiyooo ayy bak o da mı geri dönmek istiyo kii!!" şeklinde arkadaşlarımızın kafalarını ütülemek şu dönemde gördüğüm en yaygın olan ayrılık sonrası sendromunun dışa vurum şekillerinden biri.
            Bir diğeri "inzivacılar" grubu.Bu grup çok tehlikeli yaşar ayrılığını.Kendini hırpalar,açar sabahtan akşama Radiohead veya Anathema dinleyerek ruh sağlığını,olmadı sabahtan akşama kitap okuyarak göz sağlığını bozar.Bir de olur da sosyalleşmeye karar verip 3-5 arkadaşıyla görüşürse "yok abi aşkmış falan boş iş,hepsi holivuudun kandırmacası.İnsanlara veriyolar gazı ay ruh ikizi yok hayatımın aşkı diye biz de inanıyoz.ama yook artık buraya kadarr." gibi söylemlerle arkadaşlarının da dünyaya tozpembe bakışlarını ellerinden alarak onları da karamsarlığa depresifliğe sürüklerler.Böylelerini görürsek onlardan uzak durmak lazım,aman ha!
           Bir diğer grup da "sosyal kelebek" grubu.Bunlar da sevgililerinden ayrılınca kendilerini her türlü sosyal aktiviteyle avutmaya çalışıp,türlü yeni ortamlara girerek "belki hayatımın aşkını henüz tanımadım" felsefesine dayanarak tanışabildiği kadar çok kişiyle tanışmaya çalışırlar.Bunlar diğerlerine nispeten ayrılığı daha pozitif,daha insancıl ve daha çekilebilir yaşayan kişilerdir.En azından onunla takılırsanız sizin de çevreniz genişler,sosyal olursunuz falan.İyidirler.Bunlara lafım yok.Ama fazlasının zarar olduğunu,fazla sosyalliğin devreleri yakabileceğini de göz ardı etmemek lazım.
            Diğeri de "alkolik kuşlar" olarak adlandırabileceğim bir diğer insan türüdür ki bunlar genelde erkekler arasında yaygın olmakla beraber son yıllarda kız arkadaşlarımız da ara ara gözlemlemeye başladığım bir türdür.Bunlar ayrıldıktan sonra kendilerini bohemliğe,alkole,sigaraya falan verirler.Evet hep efkarlı değildirler.En azından kötümser ve negatif duygularını o alkol aldıkları saatlere ve genelde geceye saklarlar ama sağlıklarına zarar verirler.Sonra ayrılık sendromu atlatıldıktan sonra sigara bağımlılığı,düzensiz hayat gibi yan etkiler gözlemlenir,bunlarla beraber yüksek dozda pişmanlık ve kendine kızma gibi komplikasyonlar da doğabilir.Bu türden arkadaşı olanlar mümkün olduğunca sert biçimde onları uyarmak suretiyle kendilerine zarar vermelerini engellemeyi denemeliler.


           Sonuç olarak tabi ki tavsiyeler kısmımıza geliyoruz.Ayrılık sonrası insanın elinde çok verimli değerlendirebileceği bir sürü boş zamanı kalıyor. (Örn;önceden sevgiliye ayrılan zaman) Biz az akıllı gençler olsak da bu boş vakti ne biliyim dünyaya,insanlığa hadi onları geçtim kendimize faydalı yerlerde değerlendirsek?Aramızdan yeni mucitler çıkmaz mı?Onca boş vakti romantik filmler izleyip,depresif şarkılar dinleyip,ağlayarak heba etmesek?Sağlığımızdan olmasak?Arkadaşlarımızın da başlarını ütülemekten vazgeçsek?Hele hele Facebook denen "sanal" alemin sanal eğlencelerinden biri olan bir internet sayfası üzerinde yazanları gerçek hayatmışçasına önemsemeyi bi kenara bıraksak?Orda yazan bir kaç cümleden anlamlar yontup,kendi üzerimize almaktan vazgeçsek her şeyi?Belki adam şarkıyı seviyo arkadaş,belki sözlerini bilmiyo?Ne yani ne bu çaba?Evet , agresifim!

23 Ocak 2011 Pazar

Çek küreği çeek!

             Akıntıya kürek çekmek,koşu bandında saatlerce koşmak gibi bir şey.Hayat sana sen böyle olacaksın derken ona isyan etmek,tersine gitmeye çalışmak,kendini yoktan yere yormak...Lise yıllarında gördüğümüz bir şey vardı "delta" diye.İşte yer değiştirme sıfır, delta sıfır mesela koşu bandında koşarken.Hayata karşı gelirken de elde var sıfır olur hep işte sırf bu yüzden.Aslında her şeyin bir açıklaması var,fiziksel.
            Sırf " bunaldım haydi değiştirelim şu gidişi,yeter hep mi mutsuz olucam" dedin diye hayat karşısında birden bire mutlu olamazsın ki! Bunu beklediğin için esas sen tam bir enayisin.Hayat bu,koca bir canavar.Sense onun karşısında küçük bir serçe,hatta minik bir karıncasın.İstediğin kadar çırpın onun bir hareketiyle yamyassı olursun,sert bir rüzgarla kanadın kırılıverir işte.
            Önce gerçekleri kabul etmekle başlamak lazım işe.Başarı sonrasında gelirse gelir...Gelmezse de dövünürsün önce neyi eksik yaptım ki diye.Sonra baktın olmuyo delta yine sıfır bu kez küsersin,arkanı dönersin kendince tepkini göstermeye çalışırsın.Halbuki diyorum sana sen hayat karşısında küçük bir karınca...Arkanı dönsen esen rüzgar seni etkilemeyecek mi sanırsın?
            Peki ne yapmalı?Rüzgarın yön değiştirmesini mi beklemeli rüzgarın esintisine kendini bırakıp?Yardım isteyip çılgınlarca bağırmalı mı diğer insanlara yani diğer karıncalara?Peki kim belirliyor bu rüzgarın yönünü yahu?Ya da neye göre belirliyor?
            Sorular,sorular,sorular...Her yazımdaki gibi yine bir sürü cevapsız soru işte.Bazıları der ya "hayatı hafife al", "hayatı basit yaşa" falan diye.Bunca cevapsız soru varken ben hayatı nasıl hafif yaşayabilirim ki!Oturup şu kahrolası rüzgarın yönünü değiştirmesi için elim kolum bağlı beklerken nasıl "hafife al"abilirim?!

11 Ocak 2011 Salı

WTF !?!

Evet,gün geçmiyor ki bir ilginçlikle daha karşılaşmayalım!Gün geçmiyor ki şaşkınlıktan ağzımız açık bakakalmayalım.Tamam tamam fazla abartılı bir giriş oldu belki,öyle ağzınızı açık bırakıcak bir şey anlatmıycam dağılabilirsiniz.
Ben genelde rüya göremeyen bir insan olarak günlerdir rüya patlaması yaşıyorum.Her ne varsa bilinçaltımda dökülüyor şu an bir bir...Neyse ben bundan memnunum.Beni saatlerce dinleyecek insan bulmakta güçlük çektiğim şu günlerde kendimi blog yazmaya iyice vermiş durumdayım sanırım.Hiç bu kadar sık blog yazdığımı hatırlamıyorum.Ama bundan sonra günde 3 kez bile yazabilitem var bu hızla rüya görmeye devam edersem.
Geçen bir rüya gördüm.Bir nehir vardı böylü gürül gürül,köpürerekten akan bir nehir.Benim de küçük bir sandalım varmış ben onunla burdan Türkiye'ye gidiyormuşum.Sonra bir mola vereyim bari diyorum ve böyle otobüslerin mola verdiği yerler gibi bir yerde molamı veriyorum.Mola verdiğim yerde tuvalete gidiyorum ve böyle Lost'taki o balta girmemiş ormanlar gibi bir yere çıkıyorum tuvalete gidince.Yerde kan gölcükleri var ve eğilip onlara bakmaya çalıştığımda bir kaplumbağa görüyorum otların arasında.Orada oynayan çocuklar benimle dalga geçiyor sinirleniyorum ve eşyalarımı bıraktığım masama gitmeye karar veriyorum tuvalet adındaki o garip ormandan çıkıp.Hemen sonra bir de bakıorm ki masamda tanımadığım bir adam laptopumun bataryasını çıkarıyor falan,"hey ne yapıyorsun" diye koşuyorm ama adam kaçıyor.Sonra baktığımda telefonumu çaldığını görüyorum.Çok üzülüyorum.Babam geliyor sonra bi yerden.Adamı babama şikayet ediyorum.Sonra küçük botuma binip yola devam ederken nehir birden bire bitiyor."Eee ben burdan sonrasını yürüyerek mi gideceğim Türkiyeye " diye düşünürken uyanıyorum.
Acaba ne anlamlar var diye internetten arattım ama ilginç şeyler çıktı :) "Rüya yorumlamakta üstüme yoktur" diyen varsa iki şey cızıktırırsan sevinirim yav... :)

9 Ocak 2011 Pazar

Sonunda...

Yine aynı şeyi yapıyorsun!Yine kendini iyileştirmek yerine kendini daha çok kırıyorsun işte.Aynı geçen yılki gibi...Tıpkı.Bir insan düşünün;neyin kendisine iyi geldiğini bilmeyen,kendine herkesten çok zarar veren.İşte o benim.Belki böyle olan tek insan değilim ama en azından ben de onlardan biriyim.
Hayatındaki en küçük bir kırılmada,bir hayal kırıklığında dibi boylayan,asla kendi için iyi bir iş yapmayan,kendini iyileştirmeyi bilmeyen ve benzeri tanımlamalar bana tam uyuyor.Neden peki?Geçen sene gördüm,gördük sonuçlarını.Kendimi üzdüm,başkasını da üzdüm sonra o yüzden kendimi daha çok üzdüm (hala üzerim!) ve sonra?Bir başka hayalimi tehlikeye attım,esas önemsemem gereken şeyleri önemsemedim,kendimi yeni bir belaya daha bulaştırdım.Daha çok üzüldüm,çok daha fazla yıprandım.
Sonra buranın beni iyi edeceği umuduyla (!) buraya geldim.Ee şimdi?İyi miyim bari? Hayır efendim ne mümkün.Bu depresyon kraliçesi boş durur mu sizce?Nasıl düşünürsünüz böyle bir şeyi?Tabi yine kendi kendini yemeye devam eder,hayatı kendine iyice zehir etmek için.
Peki ne zaman duracağım acaba?Ne zaman bırakacağım bu melankolik şarkıları dinleyip elime şarap almayı??Ne zaman büyümeyi düşünüyorum acaba? Daha ne kadar zaman geçmesi gerekiyor yanımda kimse olmadan,tek başıma idare edebilmem için,kendi sorumluluğumu alabilmem için ve en önemlisi küçük bir çocuk gibi sürekli mızmızlanmayı kesebilmem için?

6 Ocak 2011 Perşembe

İtiraf var !

Eh...Belki çok da ii bi blogger değilim.Belki çok güzel yazılar yazamıyorum hatta yazı yazmıyorum çok :) ama yine de içimi dökme ihtiyacı hissettikçe yazmayı deniyorum elimden geldiğince işte.
Gurbetlik zormuş gerçekten.Elimde olsa bununla ilgili bir roman yazıcam "Gurbetlik hissinden kurtulmanın 10 kolay yolu" diye.Gerçi bunu yazmak için öncelikle o 10 kolay yolu keşfetmiş olmam gerekiyor sanırım.
Gezmek tozmak iyi hoş da dönüp dolaşıp eve geliyorsun ya, işte o zaman kalbinin üzerine tonlarca bir ağırlık çöküyor."Gene geldim işte." diyorsun.Uyuyup uyanıyorsun ama o ağırlık hala orada oluyor.İçinde çözemediğin anlamsız bir sıkıntı.Özlem ama neyi özlediğini bilmeyen delicesine bir özlem.Hani köpekler bazen sinirlenir havlar da havlar ya ama her şeye havlar;yanından geçen kuşa,kediye,kırmızı pantolonlu adama,öylece sakin duran bir bisiklete ya da arabaya,kendi kuyruğuna,sahibine,mama kabının dolu olmasına...İşte öyle neye kızdığını bilmeyen köpek edasında bu özlem.Özlüyor işte her şeyi,havayı suyu bile derler ya Yeşilçam filmlerinde gurbetçi amcalar.Sonra gelir bir de Türkiye'nin toprağını öperler.İşte o abartı değil.Tamam abartı gelince toprağı öpmeyeceğim tabi ki :) Ama öyle bir özlem ki tarifi imkansız.Kahvaltıya oturursun,kavanozun yarısına kadar bitirirsin nutellanı ama geçmez gene.Her şey tatsızdır.Sokağa çıkıp gezsen onu istemez canın,biriyle sohbeti hele hiç çekmez canın.Açıp kitap okumak ?Eh...Belki.Ders çalışmak?Dalga mı geçiyorsun??!Ah evet bir de bu arada senden ders çalışman bekleniyor onu unutmamak lazım.
Evet.İtiraf ediyorum.Bunalımdayım!!! Adı da: Gurbet Bunalımı.