Nefesi kesildi. Derin derin içine çekti bol kömür kokulu dumanı. Ciğerleri de boğazı da yandılar. Çok yandılar. Gözlerini yaşartacak kadar. Çok koşmuştu. Bu kadar koşmamalıydı.
Annesi?
Peki annesine ne diyecekti şimdi? Çok terlemişti. Çişi de gelmişti -hem de çok- terinin soğumasını bekleyemezdi. Annesi çok kızacaktı.
Geçmişteki anılarına -ah şu sevgili anılar- dalmış gidiyordu akıntıda, taa ki bir balıkçının ağına takılana kadar. Israrla çekti onu balıkçı,yukarıya, en yukarıya. Çok direndi, debelendi ama kurtaramadı kendini ağdan. Ne kadar çabalasa, uğraşsa da dışına çıkamıyordu. Şu balıkçınınki de iş hani... Çektin yukarı, bari ağdan çıkart. Böyle ortalığa bırakıp gitmek de nesi?
Buraya gelmeyi o istememişti, elinde olmadandı. Peki şimdi ne yapmalı?
Küçükken defterin bir sayfasını kurşun kalemiyle karalar, karalardı. Sonra kurşun kalemin körelmiş ucuna parmağının ucunu değdi mi içi cız ederdi. Yakardı kalemin ucu, sıcaktı. Çok sıcaktı. Çok şaşardı buna. Dener dururdu, bir gün o kalemin ucu soğuk kalacaktı -eh, olması gereken buydu- illa ki, bir gün. Her deneyişinde şaşardı parmağının yanışına ya; denedi durdu, cız etti durdu. Durdu.
Meğer sürtünme diye bir şey varmış. Öğrendi, sonra da şaşırmadı bir daha hiç bir şeye.
Çok başarılı.
YanıtlaSilMutlu oldum, gurur duydum. Teşekkür ederim. Çok ihtiyacım varmış. İnsanlar övgüye ihtiyaç duyuyorlar sanırım gerçekten dediğin gibi.
YanıtlaSilYahu bileydim daha evvel de överdim ben seni. Bakma öyle dillendirmediğime, okuduğum kadarıyla çıtan yükseklerde.
YanıtlaSilövüldüğümde ne yapacağımı bilemez oluyorum ne desem filan... bunu bi yorumlasana bi gün bana psikoloji biliminin penceresinden :)
YanıtlaSil