Resim

Resim

11 Aralık 2010 Cumartesi

Can I Canon?!


Giulianova-11.12.2010

Şimdilik bu kadar,umuyorum ilerde çok daha iyi anları yakalayabilicem makinemle.

10 Aralık 2010 Cuma

Açı

   Sen dünyanın en güzel sözlerini söylesen de karşındaki senin dilinde konuşmuyorsa anlatamazsın kendini.Çırpınsan da,bağırsan da...
   Zaten çoğu zaman anlaşılmama sebebimiz bu değil midir?Belki gerçekten farklı bir dili kullanmıyorsundur ama bakış açınız farklıdır ya hani.Ondan bahsediyorum.

   Açıyı ayarlamak,önemli!

30 Kasım 2010 Salı

Yollara Düştüm.(4)

Viyanaya'ya vardığımızda hepimiz çok yorgunduk ve açtık! Evet ikisi birleşti mi insan hangisini önce gidereceğine karar veremez öyle bi kalır ya hani hostelimize yerleşince biz de öyle bi an yaşadık.Herkes yataklarda sürünüyor filan ama uyuyamıyor açlıktan da ... Öyle garip halimize 1 saat içinde son verdik ve çıkıp bir şeyler yemeye karar verdik.Eh Viyana'ya gelmişiz buranın da şinitzeli ünlüymüş madem şinitzel yiyelim dedik bir restorana gittik.Resepsiyondaki adama 5 kişiyiz oturmak istiyoruz dedik adam bize 1 dakika beklememizi söyledi ama en az 10 dakika bekledik orda.Artık herkesin sinirleri gerilmeye başlamıştı.Resepsiyondaki adamla göz teması kurmayı deniyoruz olmuyor,adam bize bakmıyor.Unuttu diycem de o da pek mümkün değil kapının ağzında dikilen 5 tip...Sonra nihayet bir diğer garson bize seslendi ve hayatımda duyduğum en kaba seslenme biçimini görmüş oldum oracıkta "Hey five!".Herkes bi sustu bi kaldı orda .Masamıza oturduğumuzda herkeste bi hüzün,bi asabiyet bi aşağılanmışlık hissi,anlamayan bakışlar vb...Neyse nihayetinde şinitzelimiz masamıza geldi ve pizza büyüklüğündeki şinitzeli nasıl bitireceğimizi düşünmeye başladık.Hele bir patates salatası yemişiz...Esas o ünlü olmalı arkadaş yaa...Nasıl bir sos koymuşlarsa üstüne o kadar mükemmel bir patates salatası daha yemedim ben.Sonra gecelere akmaya karar verdik tabi.Hostelimizden aldığımız tavsiyeye uyarak mekana gittik ve bir hayal kırıklığı da orada yaşadık.Bizi cluba almadılar!Heyy!Neden acaba?Hala anlamış değilim.Tabi tüm moraller bozuldu yine.Zaten yorgunuz zaten sadece 2 saat ayırmışız gece için.Sonra yoldan geçen Türklerle tanıştık filan onlar da şaşırdı neden almadıklarına ama olan olmuştu.Hostelimize dönüp uyuma kararı aldık.Ertesi sabah son dakikada kahvaltıya yetiştik,sıkı bir kahvaltıdan sonra kendimizi Viyana'nın kollarına bıraktık.Gayet verimli bir planla Belvedere sarayı,parlamento binası,opera binası gibi görülesi yerleri olabildiğince gördik.Bu arada Viyana'nın ünlü melange kahvesinden içip apfelstrudel'inden yemeyi de ihmal etmedik.Günün sonunda artık Regensburg'a dönmek zamanıydı.Navigasyonumuzu ayarlayıp yola koyulduk,herkes yorgun ama bir o kadar mutluydu.En azından ben öyle hissettim.Navigasyonumuzun bizi dimdik ve bol virajlı bir dağ yolundan götürmeye karar vermesiyle epey gerilimli anlar yaşasak da sonunda huzurlu ve normal bi yolculukla Regensburg'a dönmüştük.İşte bu gezi yazımı da burada bitirmek istedim.Çünkü şimdi Türkiye'ye döneceğim ve bu yazının da epey uzadığını hissettim nedense.Bir daha gezi yazılarını yazmadan önce iki kez düşüneceğim

26 Kasım 2010 Cuma

Yollara Düştüm.(3)

Simdiki duragimiz ise Regensburg,evet.Tren perona yaklasti ve Mariza'm oradaydi.Ilk onu gordum o insan kalabaliginda.ilginctir.Indim dogurca yanina gittim ve kocaman kucaklastik.O saskindi,sapsallasmisti.Bense tum tepkisizligimle karsilamistim vaziyeti sanki cok normalmiscesine...Ardindan kucuk bir gida alisverisi yaptik ve sehri gezmeye koyulduk.O kadar sirindi ki...Bayildim resmen.Mariza'yla onun sokaklarinda dolasmak,sanki Turkiye'deymisim gibi hissettirdi neden bilmem.Ardindan kucuk,sevimli bir yere oturduk.Kemiklerimize kadar usumustuk.O bir kahva aldi bense alman birasi.Bol kopuklusunden.Tatli bir muhabbete koyulduk.Kelimeler icimizde tikili kalmislardi aylardir ve birbirimizi gorunce sel akmaya basladilar.Konustuk,konustuk,konustuk.Ertesi gun epeydir hayallerimde olan fotograf makinami almaya gidecektik.Buyuk bir heyecanla uyandim.Gerci cok erken degildi kalktigim saat...Makinami aldiktan sonra diger arkadaslarla bindik arabamiza ve "Bin arabama" sarkisi esliginde Salzburg yoluna koyulduk.Teknolojinin nimetlerinden azami olcude faydalanacagimiz bir yolculuk olacakti.Navigasyon cihazimiz ve 30 gb'lik mp3 calarimiz vardi,daha ne olsun?Eskiden insanlar harita acip oyle gezermis ya dusununce cok zor olduguna kanaat getirdim.Biz navigasyon cihazimizla bile turlu yanlis yollara sapmistik cunku.Sonra acil U donusleri yapmak zorunda kaldik epeyce.Macerali bir yolculuktu.Salzburg'a vardigimizda saat ogleden sonraydi ama tam olarak kacti hatirlamiyorum.Hemen hostelimize yerlestik esyalarimizi birakip ve yemek yemeye karar verdik.Salzburg sokaklarinda dolasarak bir Mc Donald's aradik.Yemegimizi yedik ve sehrin ortasindan gecen nehrin karsi tarafina gecip bir sicak sarap ictik.Sogukta,sokakta icilen sicak sarap kadar guzel bir icki de yoktur sanirim.Hele guzel bir sohbeti de saraba eslik ettirebiliyorsaniz...Sonra buldugumuz bir irish pub'a girdik.Sansimiza canli muzik vardi.Kac zamandir canli muzik dinlemedigimi hatirlamiyorum bile.Avusturya birasi aldik elimize ve guzel muzikle yudum yudum bitirdik.Geceyi cok uzatmama karari aldik cunku ertesi sabah erken uyanip sehri gezecektik.O yuzden 12 sularinda hostelimize gittik.Yattigim anda uyumusum.Ertesi sabah erken uyanip saglam bir kahvalti yaptiktan sonra sehri gezmeye koyulduk.Hava da sansimiza o kadar guzeldi ki.Gunes tepede parildiyordu ve masmavi bir gokyuzu vardi.Yeni makinamla doya doya fotograf cekme zamaniydi.Sehrin tepesindeki kaleye tirmanmaya karar verdik.Aslinda tirmanmasak da para verip cikabilirdik tepeye ama ogrenci isi olsun dedik iste.Epey bir yokus ciktiktan sonra kaleye ulasmistik.Gecmiste orada insanlarin yasadigini dusunmek hostu.Nal atolyesi bile vardi.Kaleden sehre bakmak ise enfesti.Sehri kusbakisi gorduk her yonuyle ve sehrin yukaridan da asagidan oldugu gibi guzel gorundugunu fark ettik.Bol bol fotograf cektik.Ha bir de biz o manzaraya bayilmis halde bakarken sehirden keman sesleri yukseliyordu.Atmosferi hayal edin artik.Sehre indik.Mozart'in dogdugu eve gittik.Icine girebilirdik ama girmak paraliydi ve yine ogrenci isi yaptik.Zaten daha once gelen arkadas icinde birsey olmadigini soyleyince girmek de gelmedi icimizden.Yine Mc Donald's ta bir oglen yemegi yedikten sonra yola koyulduk.Istikamet Viyana'ydi.

Yollara Düştüm.(2)

Kassel'e olan yolculuğumda da herhangi bir sıkıntı yaşamadım çünkü tüm yolu uyuklayarak geçirdim.Tren biletini internetten alınca A4 kağıdına bir çıktı almanız gerekiyordu.Tren biletimi kontrol ederken ben sadece çıktıya bakacaklarını sanmıştım ama teknolojinin gözü kör olsun.Kontrolcü amca eline bir makinayla geldi ve biletin üzerinde bulunan garip şekilli yeri o makinaya okuttu,sonra kredi kartımı istedi onu da makinadan geçirdi ancak ondan sonra inandı biletin benim olduğuna.Şaşırdım epey ama sonra hemen yeniden uyumuşum.Trenden inince Kassel'deki arkadaşım karşıladı beni.Tanıdığın bir insanı görmek...Ne kadar da mutlu olmuştum.Kardeşimi görmüş gibi...Hemen sohbete başladık ve saatlerce susmadık.O akşam yemeğinde meksika yemeği yemeye karar verdik.Gittik,oturduk,siparişimizi verdik.Güzel bi fajita yedik.Tabi tavuklu.Sonra ev yapımı Meksika birasıyla tamamladım yemeğimi.Tabi eve gider gitmez yeniden uykuya daldım.Ertesi gün Kassel'i gezdik.Çok büyük olmasa da küçük de sayılmayacak bir şehirdi Kassel.Pek tarihi güzellik göremeyeceğiniz bir şehir.Sıradan desek yalan olmaz.Ama yaşanılası bir şehir olduğu kesin.Alışveriş merkezleri şehrin merkezinde.İstediğin her şeyi hemen temin edebilirsin.Sonra yine şehrin göbeğinde kocaman bir park var.Ucunu göremedim hepsini gezmeye cesaret etmedik.Yemyeşil bir parktı,tam bisiklet sürülesi.Ağaçların arasından geçen toprak yollar vb...O günü de bu şekilde geçirdikten sonra arkadaşımın derse gitmesi gerekti ve ben şehri biraz da tek başıma gezdim.Türk marketleri ve restorantları,yürürken yanımdan Türkçe konuşarak geçen insanlar...Şaşırdım evet.Sonra giderken bir Türk fırını görmem ve içine dalmam bir oldu.Aman Allahım! Aylardır yemediğim türlü türlü börekler,gözlemeler...Hemen börek aldım ve koşa koşa eve gittim.Çayımı koyup böreğimi yedim.Ohh..!İşte mutluluk!Ardından arkadaşım da eve geldi ve söylemesi ayıptır ama içimde büyük bir özlem olan sucuklu yumurtamızı da gönderdik midemize.Evet yaşasın yemek yemek! Gurbetlik zor şey arkadaş.İtalya'da yok öyle Türk marketleri,fırınları.Ertesi gün Göttingen'e gittik.Epeyce küçük bir yerdi (Teramo'dan küçük olamaz!).Hani derler ya "küçük ama şirin" işte öyle.Gezilecek çok yer olmayınca gördüğümüz şirin bir kafeye oturup sohbet ettik.Hayret ettik halimize.Bir yıl önce düşünür müydük hiç Almanya'da buluşup bir kafede oturup sohbet edeceğimizi.Ah bu arada şu küçük olayı da anlatmadan geçemeyeceğim.Kafeye oturduğumuzda çay içmeye karar verdik.Kasada çay istediğimizi söyleyince adam hangi çaydan istediğimizi sordu.Orda bir afalladık.5-6 çeşit çay ismi vardı ve hiç birinin ne anlama geldiğini bilmiyorduk.Sonra rastgele birşeyler seçmeye karar verdik.Çayı yan taraftaki farklı bir bölmeden alıyorduk.Oraya geçtiğimizde çayı verecek kişinin Türk olduğunu gördük.Tabi o da bizim Türk olduğumuzu gördü.Kısa bir muhabbetin sonunda birimizin normal siyah çayı seçebilmeyi başardığını ama diğerimizin garip bir başka çay seçmiş olduğunu öğrendik ve sonuç olarak Türk ablamızın yardımıyla siyah çayımızı alıp yerimize geçtik.O gece bir Erasmus partisi vardı şansıma.Parti de kostümlü partiydi o da şansıma.İlginç kostümler giymiş,farklı milliyetten insanlarla tanıştım.Sohbet ettim.Güzel ve eğlenceli bir geceydi.En komik anı da en güzel kostümlü kişinin seçilmesi anıydı sanırım.Bir Brezilyalı arkadaş Obama kılığına girmişti,çok da benzemişti.Birinci o seçildi ve kutlaması için eline şampanya verildi.Tabi zaten alkollü olan bu genç şampanyayı sahneden aşağıda duran insanlara fışkırtınca epey eğlenceli anlar yaşandı.Ertesi sabah erkenden trenim olduğu için geceyi fazla uzatmadan yatağa attık kendimizi.Sabahki trenimiz Regensburg'aydı.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Yollara Düştüm.

Bu sefer yaptigim bir yolculuktan bahsedecegim.Sanirim ilk kez.Bu yolculuk benim icin cok ozel.Cunku hem ilk kez tamamen tek basima hic bilmedigim bir ulkeye yaptigim bir yolculuk bu,hem de kendi icime yaptigim yolculuklarin en faydalisi.Oncelikle gittigim ulke Almanya.Dostlarimin yaninaydi bir bakima yolculugum.Ucak biletimi aylar oncesinden almistim.Tren biletlerimi de haftalar oncesinden.Bazi kucuk aksakliklar olmadi degil tabi.Mesela tren biletimi yanlis aldigim icin bir bilet daha almam gerekti.Epeyce stres oldum basta nasil gidicem nasil bulucam tren garini?Yetisebilir miyim,bi sorun cikar mi,Almanca da bilmiyorum ya bir sey sormak istersem... Aklima takilan binlerce sorudan sadece bir kaci.Ucagim Roma'dan kalkacakti,erken bir saatte.Bu sebeple Teramo'dan Roma'ya bir gun once gittik ve geceyi havaalaninda gecirmeye karar verdik.Benim ucagimin kalkacagi havaalani gece kapaniyormus diye bir soylenti planimizi tuzla buz etti tabi ama demokrasilerde care tukenmez.Biz de gittik diger havaalaninda sabahladik.Evet,boyle bakinca biraz sacmalik gibi gorunuyor ama yapacak baska bir sey yoktu.Sabaha kadar bankin uzerinde yari uyur yari uyanik...Sabah oldugunda trene atlayip diger havaalanina gectim.Ucagima sorunsuzca bindim ve bindigim anda tabi onceki gecenin yorgunluguyla hemen derin bir uykuya daldim.Bir ara ucakta biraz sarsinti oldu ve ona uyandim ama normalde gerilip stres olmama sebep olacak bu olay bile benim icin bir uyku sebebi oldu  "uyanik kalirsam korkarim,uyuyim bari".Sonra ucaktan inip havaalanindan istasyona olan otobusu bulma vaktiydi.Evet,Almanlar Ingilizce biliyordu!Italyanlardan buyuk buyuk bir fark bu.Buraya gelen bir turiste gercekten cok acirim.Her neyse konuyu dagitmayalim.Otobusu kolayca buldum.Ilk Alman'i da orda gordum.Otobusun kalkis saati 12.45'ti ve saat 12.47'de sofor hala disarda sigarasini iciyordu.Otobuste oturan bir Alman amca cami yumruklayarak sofore seslendi epey kizgin bir sekilde.Sok oldum.Sonra sofor geldi,otobus hareket etti ve otobusu beklerken usumus olan Selin sicagi gorunce hemen uykuya daldi.Sonra uyandigimda istasyondaydim.Trenimin gelmesine 1 saat vardi.Frankfurt havaalaninda beklemeye basladim.Kosturan insanlar,aglayan cocuklar...Bir kahve alayim dedim,meger ne alismisim Italyan kahvelerine,tadi berbatti!Icemedim.Sonra tren garinda ne cok magaza oldugunu gorup sasirdim.Mc Donald's indan Tchibo'suna kadar.Marketler,firinlar...Turkiye'de cok da tren kulturum olmadigi icin bilemedim,ne desem yanlis olur gibi.Mc Donald's a girip oturdum tren saatine kadar.Tren garinda da her sey Alman disipliniyle isliyordu.Her yerde elektronik tabelalar trenin ne zaman gelecegini hangi perondan kalkacagini haber veriyordu.Bu da Italya'dan sonra benim icin sasirtici bir durumdu tabi.Trenimi de bu sayede hicbir sikinti cekmeden buldum.Evet yolculuk Kassel'e dogru baslamisti.

28 Ekim 2010 Perşembe

...!

Kendini anlatmak isteyip anlatamamak,tüm cümlelerinin düşüncelerinin sadece kendi içinde kalması...İğrenç!İnsan kendini anlamlandırmak için kendi cümlelerini kurmalı ve bunları paylaşabilmeli diğer insanlarla.Hayata bakışını,bir olay hakkındaki yorumunu.Paylaşmalı paylaşmasına da...Karşındaki de senle aynı bakmıyorsa hayata ? Senin cümlelerin yoksa onun lügatında ? Sen bir cümle kurduğunda soru işareti dolu gözler oluyorsa karşında bulduğun ... İşte bu en berbatı.Aynı dilde konuşsa da iki insan anlaşamıyorsa bu değil midir dünyanın felaketi? Aynı kelimelere farklı anlamlar yüklüyorsa... Şu "eküri" olayı! İnsan illa istiyor yanında birisi olsun. İnsan Nietszche gibi olamıyor her zaman.İlla ki arıyor cümlelerine aynı anlamları yükleyecek bir yoldaş olsun yanında.Bulamadı mı dünyanın en güzel yerinde olsa, en eğlenceli şeylerini yaşasa bile hapiste gibi! Dünyanın en güzel,en mükemmel, en parlak, en en en herbişeyi olan bir nesneyi görse insan ama bunu sadece kendisi görse mesela.Zevk alır mı acaba gördüklerinden? Kelimeleriyle anlatamadıktan sonra? Yorumları anlaşılmadıktan sonra? Hayal şehrine gitmiş de olsa zindanda değil midir o insan aslında? Hayaller de paylaşılmalı. Görülen bir güzellik de kalmamalı insanın içinde yapayalnız.Olmamalı hiç bir kimse yek,başka,soyut.Hiç değilse cümleleri anlamlı olmalı herkes için,insanlar birbirlerini anlamaya çalışmalı.At gözlükleri takıyoruz gözlerimize.Kendi yolumuz dışındakileri eliyoruz hayatımızdan,görmek bile istemiyoruz onları.Başkalaşmak istemiyoruz her nedense.Kendi yolumuzu en ulu,en doğru, en mükemmel sanma yanılgısına düşüyoruz.Doğamızda mı var kibir nedir? Dinlemiyoruz yanı başımızda duranı,dinler gibi yapıyoruz.Hayata bir de onun gözünden bakmayı denemiyoruz.En mükemmel hayat benim gözlerimden gördüğüm hayat ya hani...Bir de onunkinden bakmıyoruz,tenezzül dahi etmiyoruz.Gerek yok başka gözlüklerden bakmaya hayata.At gözlüklerimizle mutluyuz.

Sonsöz:
"İnsanlar yalnızca anladığı şeylerden konuşsaydı dünyadaki sessizlik dayanılmaz olurdu."      Max Lemer

19 Ekim 2010 Salı

Kafamın üstündeki baloncuk

Bu Erasmus denip yaldızlı harflerle süslenen meret var ya...Garip bir şey yahu.İnsanı bi an "lanet ben niye buradayım ki" gibi düşüncelere sürükleyebildiği gibi hemen sonraki an "ahhh ne de güzel eğleniyorum" veya "vay be neler gördüm şu genç yaşımda" gibi düşüncelerin koynuna da atabilmekte.Bilemedim ya henüz çözemedim iyi bir şey mi kötü bir şey mi.Ama hani "küreselleşen dünya" diye bir tabir vardır ya işte onun çok iyi bir kanıtını seriyor gözlerinin önüne insanın.Gerçekten de senin dünyana upuzak olduğunu düşündüğün diyarlardan gelen insanlarla aynı zevkleri paylaştığınızı görebiliyorsun.Aynı şarkıcıya hayransınız aynı filmi yaklaşık aynı tarihlerde izlemişsiniz.Hatta aynı esprileri yapıyorsunuz arkadaşlarınıza.Bunları gördükçe insan hem şaşırıyor hem de memnun oluyor nedense.Normal olmak,sıradan olduğunu bilmek,diğerleriyle benzerliklerini görmek mutlu ediyor her nedense insanları.Oysa marjinal olmak için epeyce emek sarf etmez mi bu insanoğlu?? Ben çözemedim ya.Bunlar da şu 10 dakikada aklımda dolaşan sorular ve düşüncelerdir.

28 Eylül 2010 Salı

Yeni bir hayatın kapı eşiğinde kalakalmak öylece... Büyük bir hevesle aldığın kazağın delik çıkması gibi ya da cafcaflı bir hediye paketinden çıkan "hiçbirşey" gibi. Yeni bir sayfa,tertemiz olanından dedikleri.Sahi mümkün müydü böyle bir şey? Dünyanın bir ucuna gelmek... Aptal cesaretiyle,gözlerini yummuş veya at gözlüğü takmışçasına. Koşarak,uçarak gelmek. Yıllar yılı uğraşıp var ettiklerini şımarık bir çocuğun 2 gün önce alıp oynamaktan bıkmışçasına fırlattığı oyuncak gibi fırlatmak. Bu kadar mı kolaydı? Evet. Oldukça kolay. Her şey nefes almakta bitiyor aslında başka şey değil.

29 Ağustos 2010 Pazar

(boş)

    Bir gün uyanırsın.Sıradandır aslında.Öyle her zamanki alelade günlerdendir işte.Kalkar elini yüzünü yıkar kahvaltıya oturursun.O sırada anlarsın işte o midendeki garip histen bir şeylerin yolunda gitmediğini.Bir şeylerin değiştiğini.Sonra hatırlamak istersin,hatırlamaya çalışırsın.Aklındaki o koca boşlukta cevap bekleyen bi soru vardır."Değişen ne?"
    Aylardan Eylül'dür.Bilmediğin,tanımadığın bir yerdesindir.Lanet okursun içinden,geri dönmek istersin ama hayat seni oraya sürüklemiş ve geri dönmeye hiç mi hiç niyeti yok.Anlarsın.Yola devam etmeye çalışırsın.Alışmayı dener,insanlarla sohbet edersin,kaynaşmak adına.Sonra arkadaş olursunuz ve belki de alışabilirim buraya dersin.Aradan geçen yıllardan sonra onlar senin "lise dostların" olmuştur.Acaba olmuş mudur?Hah.Şapşal.Sen kendini kandırırsın işte ancak.Dost?Bu kelimenin anlamı?Bilen,duyan  var mı şu günlerde acaba?Sen de kalkmışsın bunlar benim lise dostlarım diyorsun.Ne yaptın ki dostun olsunlar?Veya ne yaptılar ki dost diye nitelensinler?Dost sıfatı acaba durduk yerde seni görmemek istemeye başlayanlara verilebilecek bir sıfat mıdır ki?Hayır,değildir.Sabredersin.Yüzsüzlük bile yaparsın.Hatalarını anlayacaklar dersin,affetmeye çalışırsın.Hayır.Hatalarını anlamazlar.Devam ederler aynı biçimde.Sen de geçen yıllardan elinde kalanlara bakarsın.Sahi lise yıllarından elinde ne kalmıştı?Bir adam,birkaç gerçek dost ve geri kalan.
    Aylardan Eylül'dür.Bir bilinmeze yol açma arifesidir.Yeni bir okyanusa balıklama dalmak günü yaklaşmaktadır.Elindekilere baktığında gördüğün tablo seni güldürür.Aynı zamanda kalbini parçalar.Ben nerde yanlış yaptım dersin?Bulamazsın.Çok mu safım dersin ama masumiyetin iyi bir şey olduğunu düşünenlerdensindir hala.Peki o halde ne?Mideni huzursuzlandıran,boğazına koca bir yumru oturtan şey;ne?Bir bilene danıştım."Yalnızlık" dedi."Elimde kalan ne diye düşündüğünde gördüğün o koca boşluk...Bir adam diyosun.Adamlara güven olmaz.Belki onları alıp hayat arkadaşı yapıyoruz kendimize ama bir çoğunu da güvenilmez olarak niteliyoruz bu hayat arkadaşımızı bulana kadarki yolculuğumuzda.Bir kaç dost diyorsun ya işte onlara daha çok güven."dedi.Önemli olan ruh yalnızlığı.Kendini yalnız hissetme hastalığı."Unutma!" dedi bilge kişi, "yalnızlık ömür boyu".
     İşte o Eylül ayında değişen buydu.Hayatta çok güvendiğim o adama artık güvenmediğimi fark etmem.Bunu algılamam çok uzun sürdü.Kabullenmek istemedim uzun bir süre.Bile bile kör maymunu oynadım belki ama gerçekler bir gün insanın yüzüne çarpıyor o klişe -tokat- biçiminde.Hayatta bir tek kendine güven demişti babam.Ne kadar da haklıymış meğer.

24 Ağustos 2010 Salı

-- -

Yaklaşan fırtınanın uğultusunu duyuyordu kulaklarında.Hissediyordu gelenin gerçekten güçlü bir şey olduğunu ama belki de hayal bile edemiyordu onun gücünü.O yüzdendi bu durgunluk,hissizlik.Sanki olan ya da olacak bir şey yokmuş gibilik.Oysa biliyordu evet.Çok şey değişecekti bununla birlikte.Belki tepetaklak olacaktı tüm bildikleri,belki tüm yanlışları doğru çıkacaktı.Ya da bir de dönüp bakacaktı ki aslında yapayalnızdı.Ya da baktığında gördüğü sevgi dolu bir aile,kardeşten öte arkadaşlar olacaktı.10 aydı ya söz konusu.300 koca gün.Hayal kurmak,nasıl bir şey olacağını tasavvur etmeye çalışmak her şeyi daha da zorlaştırmayacak mıydı?Kurduğu hayaller gerçeklerle uyuşmayınca ne olacaktı?Ömür boyu bundan korkmuştu ama her durumda da hayal kurmaktan kurtaramamıştı paçayı.Korkuyor muydu?Bilmiyordu.Ne hissediyor ne düşünüyor bilmiyordu.Bir şey düşünüyor muydu ki...Düşünecek bişey var mıydı?Sadece yıllar yılı kurduğu hayat,alıştığı çevre geride kalacaktı.Hiç bilmediği tanımadığı bir ülkeye gidecekti...Hepi topu buydu olan.Bazen düşünüyordu evet.Ne yapacaktı orda?Gerekli miydi bu?Ama gerekliydi bundan emindi.Yine de ne yapmaya gidiyordu?Ne yapmalıydı?Ya bunun sonu?İyi mi olacaktı??

19 Ağustos 2010 Perşembe

İranlı Kadın

Çok izlemek isteyip de bir türlü izleyemediğim filmlerden biriydi Persepolis.Birçok kez hakkında övgülerle bahsedildiğini duymuştum.Merakla izledim filmi ve gerçekten bütün bu övgüleri fazlasıyla hakettiğini anladım.Film İran devriminin bir özeti.Bu devrimin özellikle bir kadının hayatını nasıl etkilediğinin kısa hikayesi...Önceleri normal bir yaşantısı olan ailenin kadınları devrimden sonra tüm İranlı kadınlar gibi çarşafa bürünmek zorunda kalırlar.Bunu en ağır şekilde hisseden ise o dönemlerde henüz genç bir kız olan Marjel olmuştur.Devrimin üzerine bir de Saddam'ın İran'a saldırmasıyla İranda kaotik bir ortam hüküm sürmeye başlamıştır.Bu sebeple ailesi onu bu kötü ortamdan korumak istemiş ve Fransa'ya göndermiştir.Fransa'da kendini sürekli "yabancı" hisseden Marjel oraya ait olmadığı saplantısına kapılır ve İran'a geri döner.Özellikle bu dönüşten sonra İran'daki yeni otoritenin kadınlar üzerindeki baskıcı tutumu iyice hissedilir.Filmi izlerken bir kadın olarak ne kadar şanslı olduğumu,özgürlüğün her bir damlasının ne kadar da değerli olduğunu hissettm ve düşündüm.En ufağından sevgilisiyle elele dolaşmak kadının kırbaç cezasına çarptırılmasına sebep olan bir durumdu.Önüne gelen her erkek gördüğü kadının makyajına,türbanının düzgün olup olmadığına,çarşafının uzunluğuna veya pantolonunun darlığına karışma hakkına sahipti filmde.Bu o kadar onur kırıcı geldi ki bana filmi izlerken afakanlar bastı.Bir ulusun nerden nereye geldiğini çok çarpıcı biçimde gözler önüne seren bu film mutlaka izlenmeli.

17 Ağustos 2010 Salı

bugün git yarın gel

İnsanlar toplu yaşayalım derken hayatı kendilerine zehir ediyorlar her nedense.Karşılıklı anlayış "sıfır" günümüzde.En ufağından bi bankada bankacı kadın yukarıdaki bankolarda yazan numaraları yanlışlıkla 11 yapmak yerine birden bire 12 ye ilerletmiş ve iki kişi gelmiş yanına sonra bankacı kadın 12 numaranın biraz beklemesini söyleyince 12 numara birden agresifleşir ve "bi numara basmayı öğrenememişsin gelmişsn bankacı olmuşsun hayret birşey" şeklinde karşı tarafın da kendisinin de sinirini yok yere bozar.Bir başkası bankanın kapanış saatinin 17:30 yazıyor olmasına karşın saat 17'de bankada olan "ben"e "sistemim kapandı yarın gelseniz" demek suretiyle ta evden kalkıp oraya gelmiş olan "ben" i evime geri gönderir.Sebep?İşten 15 dk daha erken çıkıp evine 15 dk daha erken varmak.Bu devlet daireleriydi,bankalardı aman aman uzak durun.Hepsi birbirinden beter yav sinir bozmaya bire bir.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

"...'Bu da güzel,çok güzel,' dedi.'Dinleyin şu cümleyi : Gerçekte çekilen acılardan gurur duymak gerekir,her acı bize yüksek bir aşamada bulunduğumuzu anımsatır.Ne ilginç değil mi! Nietzche'den seksen yıl önce söylenmiş! Ama benim size göstereceğim cümle bu değil bekleyin bir dakika - işte buldum.Okuyorum : 'İnsanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.' Ne anlamlı bir söz,değil mi? Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil.Ve düşünmek istememeleri de doğal,çünkü yaşamak için yaratılmışlar,düşünmek için değil! Evet,kim düşünürse,kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa,bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur. ..."

Hermann Hesse/Bozkırkurdu

12 Ağustos 2010 Perşembe

Müthiş gençlik dizimiz "Kavak Yelleri"

Malumunuz epeyi bir zamandır süregelen nadide bir dizimiz var "Kavak Yelleri" adında.Başlarda şirin,sevimli bir gençlik dizisi halinde başlayan dizimiz şimdi garip bir pembe dizi halini almış olmalı.Bunu nerden mi çıkarıyorum?1 sezondur öldüğü sanılan Efeciğimizin birden bire aslında ölmemiş olduğunun anlaşılması,sonra zaten beni benden alan ve en başta bu diziden bıkmamı sağlayan olay var Denizimizin sırasıyla Aslı,Mine sonra tekrar Aslı ve tekrar Mineyle birlkte olması filan.Hayır bu gençlüğün halinin gerçekten bu olduğu mu sanılıyor acaba?Böle kız erkek arkadaş grubu oluverince ille hemencik o onla bu bunla sonra da tekrar eşleri değişmece filan yapıldığı mı sanılıyor?Arkadaşlık duygusuna hiiiç saygı kalmadı arkadaş.Akşam akşam söyletiyorlar beni yaav.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Ramazan-ı şeriflerimiz hayrolsun efendim

Geldi çattı yine hem korkular içinde "ay nasıl tutcaz bu yıl hem sıcak hem 16 saat aç kalcaz" şeklinde, hem de "11 ayın sultanı bereketiyle gelir inşallah" gibilerden bir umutla beklenen ramazan.Ramazan aylarında hep bir bekleyiş olur ve hani insanlarda ortak bir şeyi paylaşmanın sevinci ve yakınlığı duyulur ya işte en çok bunu severim ben.Hepimiz açız hepimiz susuzuz bakışları olur gibi gelir bana insanların gözlerinde.Hepimiz aynı dertten muzdaripiz dercesine...Bir de en sevdiğim sıralamasında 2 numara olan "sahur".Zaten normalde de sevdiğim gece yemeleri birden illegalliğini kaybediverir ve bi bakarsın ki nene-dede,torun-torba herkes gecenin bi yarısı ayaklanır ve yemek masaları hazırlar,oturur afiyetle yer.Bir diğeri de en sevdiğim sıralamasında 3.sıraya yerleşen o "anne ben sahura kadar uyumıcam" cümlesidir.Anneler birden uyku düzenini falan rafa kaldırır ve inanılmayacak bir şekilde bu cümleye "peki,sen bilirsin" şeklinde bir yanıt verir.Hatta 4 numaraya geldiğimizde de şunu görürüz ki anneler pekala gece 4 ten sabah 6 ya kadar uyanık olmamıza da izin vermektedir.Hadi şimdi neyse kazık kadar olduğumuz şu dönemde şu 3 ve 4. numaralar bir nebze önemini yitirmişse de ben küçükken bunları görür,hayretle karşılar ve bu yüzden çok severdim ramazanı.Özellikle ramazanda bu sebeplerle küçüklüğüme dönmek isterim hep,yine bu basit şeylere sevinip şaşırabileyim diye.

6 Ağustos 2010 Cuma

Sen bırak o gider.

Hayatı akışına bırakmak gerçekten mümkün mü?Bunu çok denedim ama mutlaka bir yerden patlak verdim.Oysa o kadar sık kullanılıyor ki bu laf.Özellikle verilen tavsiyelerde " akışına bırak be güzelim,her şey düzelicektir bak gör".Yahu nasıl bırakayım ki?Geçen benim hayatım.Bi şekilde küçük de olsa seçimler yapıyoruz gün içinde ve böyle olunca da akışa mutlaka müdahale etmiş oluyoruz.Böyle olunca acaba kontrol hastası mıyım gibi düşüncelerle doluyor aklım.Ne kadar da sitemli bir yazı oldu ya...Sevmedim.Akışına bırakayım madem...

3 Ağustos 2010 Salı

Kırıklar

Eveett bu haftaa yeni bir hayat deneyimiyle buradayım.Hani derler ya bir şeyi çok istersen olurmuş diye külliyen yalan efenim.Niye diyecekseniz hemen açıklamasını yapacağım.Şu 2010 senesi bana bayağı bi afakanlar bastırmışken sürekli "bi tatil gelsin bak o zaman rahatlayacağım" telkinlerinde bulunmuştum kendime ve heyecanla gelecek olan temmuz ve ağustos aylarını beklemiştim.Ama lakin ki öyle olmadı.Antalya'ya gelmeyi çok istediim çook ama öyle bi tarihte gelmişim ki burası cehennemden beter.Şimdi kaçarak buradan uzaklaşmak ve bir kaç yıl da buraya uğramamak istiyorum.Burdan çıkaracağımız ders:"Hayal kurmazsan hayal kırıklıkların da olmaz."

29 Temmuz 2010 Perşembe

İşte,tatil yeni başlıyor.

Tatil benim için MP3 çalarına yol şarkıları atmakla başlayan uzun bir serüven.Özenle bulduğun,seçtiğin şarkıları MP3 çalarına atarsın hemen ardından bavul telaşı başlar ve bu kadar üstüne düşülmesine rağmen her seferinde mutlaka bir şeyler mutlaka unutulur.Ardından yolda müziklerini dinlerken havanın kokusundaki değişimi fark edersin gideceğin yere yaklaştıkça,tuz kokusudur belki aldığın ya da bozkırın o acımsı kokusudur burnuna gelen.Bitki örtüsündeki değişimdedir tatilin tadı.Sarı ovalarla başlayan yolculuk yeşil küçük çalılarla dolu bir yerde son bulur.Dağlar artık yolun başındaki gibi çıplak ve kahverengi değil yemyeşildir.Güneş daha yakıcıdır ve evet,artık her şey geride kalmıştır.Birkaç adım sonra ayakların buz gibi suya değebilecektir.
Evet,herkese iyi tatiller :)

25 Temmuz 2010 Pazar

How It Ends!


Devotchka...Çok yalnız,çok kırgın,çok umutsuz,çok çok çok mutsuz ve dipte hissettiğim bir gün izlediğim ve izledikten sonra "hayat yine de güzel." dedirten Little Miss Sunshine filminin müziklerini yapan grup...Çok sevdim sizi,iyi ki girdiniz hayatıma.Günümün akışını değiştirebilecek derecede içime işleyen müzikler yapan birkaç gruptan biri oldunuz evet.How It Ends dedin ve günüme umut,ışık kattın,Let's Go dedin ve hüznümü seninle yaşattın hatta her hüznün altından yeşeren yeni umutları anlattın bana.Herkese şiddetle tavsiye ederim.Mp3lerini bulmak zor,albümleri içinse en azından Ankara'da boşa gezmemekte fayda var.Ama kendi sitelerinden müziklerine ulaşabilirsiniz.Ya da Little Miss Sunshine'ın soundtrackinden de bulabilirsiniz.Bu arada film de izlemeye değer. http://devotchka.net/

Metropoldeki Kedi



Son günlerde aklımda dönen garip düşünceler anforunu bir de burada paylaşayım dedim belki gerçekten "garip" olmadığıma inanırım ve benimle aynı şeyleri ucundan da olsa düşünen bazı insanlara rastlarım amacıyla.Hani evrimden bahsedilir ya hep,insanlar maymundan gelmiştir diye hani.Öyle olmasa bile fen bilgisi ve akabinde biyoloji derslerimizde öğrendiğimiz gibi "insan memeli bir hayvandır hatta homosaphiens olarak isimlendirilir." kalıbı vardır hani.İşte son günlerde ne zaman bir insan topluluğunda kendi içime kapanabilme fırsatı bulsam hep bunu düşünüyorum.İnsan da bir hayvandır.Ama bu medeniyete nasıl ulaşmışız işte bunu düşündükçe hayret ediyorum türümüze nedense.Mesela bilgisayar başında oturup arkadaşlarına e-mail gönderen bir köpek görüntüsü geliyor aklıma.Veya arkadaşlarına cep telefonundan mesaj atan bir hipopotam...İnsanoğlu kimi zaman da bu kendi elleriyle,canhıraş uğraşlar vermek suretiyle karmaşıklaştırdığı dünyasında boğulma aşamasına geliyor.İşte böyle durumlarda bir kedinin hayatına sahip olmanın ne kadar da güzel olabileceğini düşünürüm hep.Sadece hayatta kalmaya çalışmak...Başka bir işin olmadan sadece yaşamak...Yaşamak için var olmak.İşte bu yüzden bazen insanoğlunun tabiata dönmesinin gerekliliğini düşünüyorum.Basit bir şekilde sadece "yaşamak" için...