Resim
27 Ağustos 2011 Cumartesi
Mutlu yazı.
Bugün mutluyum. Artık yeni bir "Sabahattin Ali" yolculuğuna yalnızca sayılı günler kaldı çünküüü... Tam zamanıydı. Kendisini çok özlemiştim. Epeydir iletişemedik canımla. Ama, 2-3 haftadır biriktirdiğim paramla gittim ona bir sürpriz yaptım. Dayandım kapısına. Dost kitabevinde buluştuk. Uzun uzun okşadım, kokladım onu. Bakalım bu sefer bana ne hikayeler anlatacaksın dedim. Aslında onunla tanışıklığım sadece bir tek kitaptan ibaret. Ama o, o kadar benden oldu ki tek bir kitapla. Bir başka kitabını elime almaya çekindim uzun bir süre. O sürede çok özledim işte evet! O sürede hayat bana çok ağır geldi sensiz. Hele hep bu korkuyla yaşamak, ya seni kaybedersem?! Ya hayallerimi de seninle birlikte kaybedersem? Ya senin hakkında yanılmışsam? Lakin hayır; beni hayal kırıklığına uğratmayacağını biliyorum Sabahattin. Belki, ilerde bir oğlum olursa babası da seninle ben kadar iyi anlaşırsa, belki oğluma ismini veririm Sabahattin. Tabii içimizdeki şeytan bize bir oyun oynamamış olursa...
Etiketler:
Kitap almak,
Para biriktirmek,
Sabahattin Ali
26 Ağustos 2011 Cuma
Şıp koysak başlık, çok şık olur gibi.
Şıpsevdi diye bir sakız vardı bi zamanlar. Belki hala var tam emin değilim. Böyle şekerli, meyveli tuttili fruttili bi sakızdı işte o da. Ama içinden böyle bi falımsı karikatürümsü bir şey çıkardı. Minik bir kağıt. Üzerinde hep birer şirinlik muskası olan bi oğlan bi kız olurdu. Bu kız hep şıp diye severdi oğlanları. Hep böyleydi bu evet. Sonra oğlan da her ne hikmetse şıp diye severdi kızı. İsmail YK yoktu tabi o zamanlar. "Beni beğeneni been beğenmem, benim beğendiim beni beenmez" çağlarından uzaktı onlar. Şıp diye sevilirdi insanlar. Daha doğrusu eskinin deyimiyle sevişirdi şıp diye. Oğlan kızın gözünden mi anlardı sevildiğini, kız mı oğlana kaş göz eder, efsunlar mı yapardı bilmem. Küçüktüm o zamanlar. Aklım ermiyordu böyle şeylere. Sadece o fallı mallı minik kağıttaki karede illa ki bir adet kalp bulunurdu. Biz kız çocukları çok severdik böyle kalpli malpli, kırmızılı pembeli şeyleri. Büyüdüm hala severim orası ayrı mevzu ya... Ben ordaki kıyı köşede duran kalplere bakardım işte. Sevgi,aşk o kalpler kadar saf ve basitti. O sakız paketinin içinden çıkan o minicik kağıttaki minicik kareye sığabilecek kadar basitti gözümde.
Olayın temeli o kırmızı, pembe kalplerdi aslında. Yoksa şimdi abarttığımız gibi değil.
Olayın temeli o kırmızı, pembe kalplerdi aslında. Yoksa şimdi abarttığımız gibi değil.
| Böyleydi işte. |
25 Ağustos 2011 Perşembe
Saçmalıyorumrumrumrum.
Şu sıra hiç bir zaman olmadığım kadar çok ilgiliyim seninle değil mi blogum? Pek iyi aramız, aman bozulmasın. Bakıyorum bazı bloglara böyle süpersonik hoş temalar yaratmışlar falan. Çok kıskanıyorum. Benim blogumun nesi eksik len diyorum kendi kendime hep. Ama olmayınca olmuyor. Benimkisi hep böyle iç karartıcı temalara sahip olacak sanırım, kaderi bu.Neyse ama bir ara gene bir değişiklik girişiminde bulunayım diyorum. Bunu da buraya not düştüm işte, ki ilerde unutmayayım.Aman tanrım.Çok zekiyim bu akşam.
Kendimden bahsettim.
İki gündür dinlediğim Midlake şarkısının haddi hesabı yok. Birkaç kez daha dinlersem mp3 kendi kendini imha edecek diye korkmuyor değilim. Lakin o melankolinin yumuşak kollarına bırakmak yok mu kendini, özlemişim dersem abartmış olurum ama yine de burada olmak güzel.
Hani hayat güzel, yaşamak güzel diyen iyimser insanlar var ya, ben bu iyimserliğe hep mutsuzken sahip oluyorum. Mutluyken, bir sıkıntım yokken hayat hep boktan benim için. Gel gör ki kendime bir şeyleri dert edindim mi hemen başlarım "ahh hayat yine de güzell!" söylemlerime.
Ruhum seviyor mutsuzluğu. Belki de ben mutsuz olmak için geldim dünyaya. Belki de dünyadaki insanlar mutlu olmak üzere yaratılanlar ve mutsuz olmak üzere yaratılanlar olmak üzere ikiye ayrılmışlardır, iyi ve kötü yerine. Öyle ya, hani yine alışılagelmiş bir sözdür bu; mutsuz olmazsak mutluluğun değerini nereden anlarız diye. Belki de budur yaşamın temel felsefesi ne bileyim.
Ha, şimdi bunu okuyup beni mutsuz, çilekeş sanmayın. Hiç bir sıkıntım, derdim yok. Hatta hava atayım azıcık, tatile bile gidicem haftaya. Akdeniz sahillerinde deniz,güneş,kum üçlüsünün cılkını çıkarana kadar uzuun bir tatil yapacağım. Hatta sanki okulumla aynı şehirde yaşamıyormuşçasına derslerin başlayacağı günden sadece 1 gün önce burada olacağım.
Ama benim için, melankolik olmaya sebep gerekmiyor nedense. Kendimce bir şeyi, hem de en alaksız bir şeyi - misal; kayısılar kurutulur, kurutulunca büzüş büzüş olur, yaşlanmış gibi... çok üzünç bir görüntü- dert edinip kendimce böyle Midlake'ler, Radiohead'ler, Elliot Smith'ler dinleyip, balkonun yerine minder atıp akşam karanlığında evlerin ışıklı pencerelerinin içinde ne hayatlar yaşandığını hayal edebilirim. Tabi elimde dumanı tüten bir kahvemle.
Hani hayat güzel, yaşamak güzel diyen iyimser insanlar var ya, ben bu iyimserliğe hep mutsuzken sahip oluyorum. Mutluyken, bir sıkıntım yokken hayat hep boktan benim için. Gel gör ki kendime bir şeyleri dert edindim mi hemen başlarım "ahh hayat yine de güzell!" söylemlerime.
Ruhum seviyor mutsuzluğu. Belki de ben mutsuz olmak için geldim dünyaya. Belki de dünyadaki insanlar mutlu olmak üzere yaratılanlar ve mutsuz olmak üzere yaratılanlar olmak üzere ikiye ayrılmışlardır, iyi ve kötü yerine. Öyle ya, hani yine alışılagelmiş bir sözdür bu; mutsuz olmazsak mutluluğun değerini nereden anlarız diye. Belki de budur yaşamın temel felsefesi ne bileyim.
Ha, şimdi bunu okuyup beni mutsuz, çilekeş sanmayın. Hiç bir sıkıntım, derdim yok. Hatta hava atayım azıcık, tatile bile gidicem haftaya. Akdeniz sahillerinde deniz,güneş,kum üçlüsünün cılkını çıkarana kadar uzuun bir tatil yapacağım. Hatta sanki okulumla aynı şehirde yaşamıyormuşçasına derslerin başlayacağı günden sadece 1 gün önce burada olacağım.
Ama benim için, melankolik olmaya sebep gerekmiyor nedense. Kendimce bir şeyi, hem de en alaksız bir şeyi - misal; kayısılar kurutulur, kurutulunca büzüş büzüş olur, yaşlanmış gibi... çok üzünç bir görüntü- dert edinip kendimce böyle Midlake'ler, Radiohead'ler, Elliot Smith'ler dinleyip, balkonun yerine minder atıp akşam karanlığında evlerin ışıklı pencerelerinin içinde ne hayatlar yaşandığını hayal edebilirim. Tabi elimde dumanı tüten bir kahvemle.
24 Ağustos 2011 Çarşamba
Anlamsız
Bu sabah başımı yataktan kaldıramadım. Binlerce düşünce üşüşmüştü yine o bazı sabahlarda olduğu gibi aklıma. Uyandım. Yataktan çıkmak bir yarım saatimi almış olsa da uyandım. Sessizdim -dışardan bakarsan. Kargaşaydı içerdekininse ismi.
Genelde bomboş olur aklım sabah uykudan kalkınca, yine sessiz olurum.Boşluktan. Söyleyecek lafım yoktur. Bugünse tam tersine, binlerce düşüncenin hücum etmesiyle baş edemeyen zihnim yine tepkisizce dolandırdı beni işte. Evin içinde ruh gibi... Bu anlarda dışarıdan gelen etkileri de anlayamıyorum. Biri bana seslense duymuyorum mesela. İstemsiz. Düşünceli gibi görünsem de tek bir düşünceyi bile yakalayamam bu anlarda. Aslına bakarsanız fazla düşüncelerin içinde boğulurum, beynimdeki boşluktan pek de bir farkı yoktur.
Anlamsız.
Genelde bomboş olur aklım sabah uykudan kalkınca, yine sessiz olurum.Boşluktan. Söyleyecek lafım yoktur. Bugünse tam tersine, binlerce düşüncenin hücum etmesiyle baş edemeyen zihnim yine tepkisizce dolandırdı beni işte. Evin içinde ruh gibi... Bu anlarda dışarıdan gelen etkileri de anlayamıyorum. Biri bana seslense duymuyorum mesela. İstemsiz. Düşünceli gibi görünsem de tek bir düşünceyi bile yakalayamam bu anlarda. Aslına bakarsanız fazla düşüncelerin içinde boğulurum, beynimdeki boşluktan pek de bir farkı yoktur.
Anlamsız.
Etiketler:
Düşünce,
evde anlamsız dolaşmak,
sabah düşüncelilik hali,
uykudan uyanmak
23 Ağustos 2011 Salı
Pamukçuk!
Pamuktan hayaller değil midir aslında hayatla aramızdaki o incecik iplik sandığımız şeyler? Ara sıra uykudan uyandığımızda içimizde duyduğumuz o hafiflik hissi de aslında uyurken hayallere dokunabilir oluşumuzdan değil midir?
Yanlış bi şekilde hayal kırıklığı koymuşuzdur onun adını ama hayallere boğulmak çok daha uygun olmaz mıydı? Hayaller camdan olacak kadar kırılgan belki ama aynı zamanda camdan olamıycak kadar hafif ve uçarılar. Bir de onları biz yaratırız ve kendi yarattıklarımız bize o denli fazla gelir ki, boğuluruz. Evet, belki hissettirdikleri bir yerimizi kesen bir camın hissettirdiği kadar sızlatıcı, kanatıcı. Ama aynı zamanda pamuktan kat kat yorganların altında yatarken hissettiklerimiz kadar da boğucu, nefes kesici.
Yine başka bir özelliğiyle küçük bir el bombasına benzetebiliriz belki hayallerimizi. Evet. Elimizde tutarız onları, kendi ellerimizide. Pimini de yine biz çekeriz o hayallere kendimizi kaptırmakla, çoğunun sonu hayallerin elimizde patlaması olur. Ardından parçalanmış umutları görmek ise işten bile değildir. Tabi arada üretim hatası bombalar olur ki, burda işler terstir, insanın elinde patlamazlar ve biz buna çook seviniriz.
Hayalleri olmayan insana saygım da sevgim de yoktur evet. Hayalleri olmayan insan içinde tek bir gitar sesi duyamadığımız şarkılar gibi, yavandır.
Yanlış bi şekilde hayal kırıklığı koymuşuzdur onun adını ama hayallere boğulmak çok daha uygun olmaz mıydı? Hayaller camdan olacak kadar kırılgan belki ama aynı zamanda camdan olamıycak kadar hafif ve uçarılar. Bir de onları biz yaratırız ve kendi yarattıklarımız bize o denli fazla gelir ki, boğuluruz. Evet, belki hissettirdikleri bir yerimizi kesen bir camın hissettirdiği kadar sızlatıcı, kanatıcı. Ama aynı zamanda pamuktan kat kat yorganların altında yatarken hissettiklerimiz kadar da boğucu, nefes kesici.
Yine başka bir özelliğiyle küçük bir el bombasına benzetebiliriz belki hayallerimizi. Evet. Elimizde tutarız onları, kendi ellerimizide. Pimini de yine biz çekeriz o hayallere kendimizi kaptırmakla, çoğunun sonu hayallerin elimizde patlaması olur. Ardından parçalanmış umutları görmek ise işten bile değildir. Tabi arada üretim hatası bombalar olur ki, burda işler terstir, insanın elinde patlamazlar ve biz buna çook seviniriz.
Hayalleri olmayan insana saygım da sevgim de yoktur evet. Hayalleri olmayan insan içinde tek bir gitar sesi duyamadığımız şarkılar gibi, yavandır.
15 Ağustos 2011 Pazartesi
12 Ağustos 2011 Cuma
İspanyol Pansiyonu
Dün bir arkadaşımın paylaştığı bir yazıda ismi geçen bu filme her nedense (belki isminden dolayıdır bilmiyorum) kanım kaynadı ve bünyemde acayip bir merak hasıl oldu.
Hemen filmi internet üzerinden bularak izlemeye başladım.Tabi altyazı bulmak biraz zor oldu nitekim filmde kullanılan dil sayısı 7!En son bulduğum altyazı da filmle çok uyumlu değildi,sürekli düzenleme yaparak izlemek zorunda kaldım ama yine de film buna değdi.
Film özetle Erasmus programına katılan bir Fransız gencinin bu büyük macerasını ve bu sırada yaşadığı ilginç durumları konu ediniyor.İçim rahat bir biçimde söyleyebilirim ki kesinlikle amaca ulaşan bir film.Bence yönetmen veya senarist hatta belki de ikisi de Erasmus'u yaşamış insanlar olmalı.Bu kadar gerçekçi bir biçimde anlatabildikleri için.
Filmi izlerken Erasmus dönemlerim aklıma geldi çokça,sık sık kıkırdadım olduğum yerde bazen de endişeli bir ifadeyle seyrettim.
Filme bu kadar kanımın kaynamasının bir diğer sebebi de tabii ki filmde 2 ya da 3 kez duyduğumuz Radiohead/No Surprises etkisiydi.Nitekim benim için yeri çok çok başka olan bir şarkıdır kendisi ve Erasmus dönemim boyunca sık sık kendimi bu şarkıyı dinlerken bulmuşumdur.
Gerçekten epeyce "eğlenceli" olarak tanımlayabileceğim bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.Özellikle Erasmus yapmış arkadaşlarıma o günleri hatırlatıcı küçük bir anı tadında olabilir.
Not:Almanca altyazılı bulabildim videoyu.Artık idare ediverin.
Hemen filmi internet üzerinden bularak izlemeye başladım.Tabi altyazı bulmak biraz zor oldu nitekim filmde kullanılan dil sayısı 7!En son bulduğum altyazı da filmle çok uyumlu değildi,sürekli düzenleme yaparak izlemek zorunda kaldım ama yine de film buna değdi.
Film özetle Erasmus programına katılan bir Fransız gencinin bu büyük macerasını ve bu sırada yaşadığı ilginç durumları konu ediniyor.İçim rahat bir biçimde söyleyebilirim ki kesinlikle amaca ulaşan bir film.Bence yönetmen veya senarist hatta belki de ikisi de Erasmus'u yaşamış insanlar olmalı.Bu kadar gerçekçi bir biçimde anlatabildikleri için.
Filmi izlerken Erasmus dönemlerim aklıma geldi çokça,sık sık kıkırdadım olduğum yerde bazen de endişeli bir ifadeyle seyrettim.
Filme bu kadar kanımın kaynamasının bir diğer sebebi de tabii ki filmde 2 ya da 3 kez duyduğumuz Radiohead/No Surprises etkisiydi.Nitekim benim için yeri çok çok başka olan bir şarkıdır kendisi ve Erasmus dönemim boyunca sık sık kendimi bu şarkıyı dinlerken bulmuşumdur.
Gerçekten epeyce "eğlenceli" olarak tanımlayabileceğim bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.Özellikle Erasmus yapmış arkadaşlarıma o günleri hatırlatıcı küçük bir anı tadında olabilir.
Not:Almanca altyazılı bulabildim videoyu.Artık idare ediverin.
11 Ağustos 2011 Perşembe
Serenad-Zülfü Livaneli
| Bu da kitabımızın kapağı. |
Serenad'da yine her zamanki Livaneli dilini ve onun akıcılığını görüyoruz.Çok hızlı kitap okuyan bir insan olmamama rağmen 3 gün içinde bitirdim romanı.Evet bu benim için bir başarı.
Bunun dışında romanın ana temasına değinmek elbette ki lazım.Romanın temelleri ülkemizde son zamanlarda "nedense" bir anda peydahlanan milliyetçi çizgiye şaşkın ve üzüntülü gözlerle bakan düşünceler üzerine kurulmuş.Yıllardır halkların mutlu mesut,ara sıra didişmeli bir ilişki sürdüğümüz ülke azınlıklarıyla(kastettiğim Kürtler değil) son dönemde gelişen zıt gitme hatta düşmanlaşma gidişatına dönüşen ilişkimize kendi yorumuyla dokunmuş Livaneli.Kimilerinin fazla demokrat bulduğunu duyduğum (ve çokça üzüldüğüm) bu düşünceler sanırım benim de düşüncelerim ve bundan güzel ifade edebilir miydim kendi düşüncelerimi açıkçası bilemiyorum.
Olay düzeni de epey sarsıcı kitapta.Zaman zaman gözlerim dolarak hatta yanaklarımda bir kaç damla yaşla okudum romanı.Ev ve aile durumu son derece kötü olan ve monotonlaşmış hayatında iş ve ev ikilemi içinde yaşayan bir kadın baş karakterimiz.Hayatına giren ve epeyce bir sırrı gövdesinde barındıran bir adam sayesinde değişiveren hayatını görüyoruz romanda.Bunun yanında o sırlar kişisinin sırlarına da vakıf olup şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleniyoruz.
Şu sıralar ne okusam diyorsanız gerçekten memnun kalacağınızdan emin olduğum bir tavsiyedir bu kitap.
7 Ağustos 2011 Pazar
Haftasonu.
Lakin içimdeki sıkıntılar,kafamdaki kurtlar tüm hafta sonu yedi bitirdi beni.Nedendi niçindi bilmiyorum.Bakacak olursak ortada bir sebep de yok ya...Sonuç olarak tüm hafta sonu boyu kendime çektirdiğim acılarımdan(duyan da kendimi zincire falan vurdum sanacak) sonra bir çıkarımda bulundum.
Epey zor aslında,sonsuza kadar sürecek bir şeyleri hazırlamak,hatta imkansız.Ama bu "olması gereken".Yani bir çeşit ulaşılması istenen idea.Ben bundan muzdarip gördüm kendimi.Bir süre mükemmele yakın,tam istediğim kıvamda bir hayat sürdüm sonra zınk diye saplandım yeniden eski pisliğime işte.
Düşünsenize,annenizin hep mükemmel kıvamda hazırladığı mercimek çorbası birden bire sulu iğrenç bir çorbaya dönüşse...
Etiketler:
Hayat Üzerine
5 Ağustos 2011 Cuma
Sanatolia KapanıyorMuş!
Efendim içimdeki ergen her ne kadar sürekli kendinden bahseden yazılar yazmaya itse de beni ona hayır demeyi öğreniyorum.Bakın bu yazı da kanıtı.
Ankara'nın 2 tane özel tiyatro sahnesi var efendim.Birisi Ankara Sanat Tiyatrosu,diğeri ise Ankamall avm.'nin içinde bulunan Sanatolia sahnesi.
Bu 2 tiyatro sahnesinden birisi kapatılmak hatta yıkılmak üzere.Hangisi mi?Tabii ki rant kavgası içinde yaşam mücadelesi vermeye çalışan Sanatolia sahnesi.
Ankamall alışveriş merkezini yöneten GİMAT tarafından yapılan istek üzerine Sanatolia sahnesinin olduğu kısım yıkılarak "sigara içilecek alan" haline getirilmeye çalışılıyor.
Üzülünecek noktalardan ilki bu olsa gerek.Nitekim güzelim tiyatro sahnesi,sanat yuvası, sırf sigara içilsin diye kapatılıyor.(Burada sigaradan soğudum,özellikle sana diyorum sevgili haymatlos :( )
İkincisi de bir çok çocuk oyununa ev sahipliği yapmasının yanında Zuhal Olcay ve Ali Poyrazoğlu gibi bir çok ünlü ismi ağırlamış bu tiyatro sahnesinin kapatılmasının Ankara'nın zaten yeterince kısır olan sanat yaşamına büyük bir darbe vuracağı kesindir.
Burdan "yetkili ağabey"lere seslenmek isterdim ama duymayacaklarını bile bile bunu yapmak istemedim.En azından sana sesleniyorum sevgili okur.Duyarlı olalım ve en azından kendi çevremizde bir kez olsun bu konuyu analım.Belki "yetkili ağabey"lere bu yolla ulaşırız.
Haberin linki için buraya tıklayabilirsiniz.
Ankara'nın 2 tane özel tiyatro sahnesi var efendim.Birisi Ankara Sanat Tiyatrosu,diğeri ise Ankamall avm.'nin içinde bulunan Sanatolia sahnesi.
Bu 2 tiyatro sahnesinden birisi kapatılmak hatta yıkılmak üzere.Hangisi mi?Tabii ki rant kavgası içinde yaşam mücadelesi vermeye çalışan Sanatolia sahnesi.
Ankamall alışveriş merkezini yöneten GİMAT tarafından yapılan istek üzerine Sanatolia sahnesinin olduğu kısım yıkılarak "sigara içilecek alan" haline getirilmeye çalışılıyor.
Üzülünecek noktalardan ilki bu olsa gerek.Nitekim güzelim tiyatro sahnesi,sanat yuvası, sırf sigara içilsin diye kapatılıyor.(Burada sigaradan soğudum,özellikle sana diyorum sevgili haymatlos :( )
İkincisi de bir çok çocuk oyununa ev sahipliği yapmasının yanında Zuhal Olcay ve Ali Poyrazoğlu gibi bir çok ünlü ismi ağırlamış bu tiyatro sahnesinin kapatılmasının Ankara'nın zaten yeterince kısır olan sanat yaşamına büyük bir darbe vuracağı kesindir.
Burdan "yetkili ağabey"lere seslenmek isterdim ama duymayacaklarını bile bile bunu yapmak istemedim.En azından sana sesleniyorum sevgili okur.Duyarlı olalım ve en azından kendi çevremizde bir kez olsun bu konuyu analım.Belki "yetkili ağabey"lere bu yolla ulaşırız.
Haberin linki için buraya tıklayabilirsiniz.
Etiketler:
Şaşırtan Gerçekler
1 Ağustos 2011 Pazartesi
Gün içinde düşündüklerim.
Zıttırı pıttırı bir yazıyı okumaktasınız evet.Bence o yüzden çok zaman harcamayın,daha faydalı bloglar var.Gün içinde bişeyler düşündüm.Sıralayım dedim kendimce,ilerde dönüp de okursam faydalı olur.(tabi okursam)
1)Anladım anladım.Ben edebiyat falan yapamıyorum ya da şöyle ifade edeyim öyle edebiyat parçalamak konusunda pek yetenekli değilim.Eskiden öyle olduğumu söylerlerdi de sanırım insan zamanla törpüleniyor.Bu "törpü" işlemi keşke sadece beğenmediğimiz yönlerimiz üzerinde olsa ama heyhat...Zaman içinde hayatımıza bir çok insan dokunuyor.Kimisi hafif bir temasla geçerken kimisi öyle olmuyor.İşte bu hayatınıza "büyük" dokunanlar bazen kişiliğiniz üzerinde de etkide bulunabiliyor(muş.). Sanırım bana olan da bu.Hayatınıza aldıklarınıza dikkat edin sevgili okuyan.Çok düz insanlar sizi de "düz"leştirebiliyor.Bu lisede genetik konusunda gördüğümüz baskın gen'le ilgili bir şey sanırım.Edebi yetenek çekinik gen olduğu için eğer her iki insan da o yeteneğe sahip değilse düz olan baskın geliyor falan filan.
2)Bürokrasiden nefret ediyormuşum.Ben ne halt edeceğim acaba okulum bitince?!Sıkıcı bir konu.Çok uzatmıyorum.
3)Ramazan geldi laylaylom.Ama bende ramazan ruhu olamadı nedense.Sanki sokakta da o ruhu göremedim yanılıyor muyum bilmem.Pek oruç tutan yok gibi,herkes ya bir şeyler yiyor ya da içiyordu.Hava sıcak diye ben böyle öngörmüştüm önceden belki de algıda seçicilik yapıyorumdur.
4)99 yılından kalma EGO otobüsleri hala kullanımda.Tıslaya tıslaya dolaşıyorlar.Bir de havasız.
5)Ahh tabi her yazın en büyük sorunu:toplu taşımadaki ter kokusu.Neden,neden,neden?Yapılacak şey çok basit her sabah,hadai 2 günde bir de olabilir, bir duş alın sevgili Ankara'lılar.Yazık vallahi herkeslere.Bir gün bir kız kalkar isyan ederse bilin ki o benim.
6)Sonra bi de kuşak farkı denen şey doğruymuş gerçekten.Ben artık evdeki kimseyle anlaşamaz oldum.Kimse beni anlamıyo böhueheueueöhuehe triplerine ergenken girmemiştim şimdi giriyorum.Ne hale soktun beni kuşak farkı.
İşte bu kadar.Kib.Öptüm.Bye.
1)Anladım anladım.Ben edebiyat falan yapamıyorum ya da şöyle ifade edeyim öyle edebiyat parçalamak konusunda pek yetenekli değilim.Eskiden öyle olduğumu söylerlerdi de sanırım insan zamanla törpüleniyor.Bu "törpü" işlemi keşke sadece beğenmediğimiz yönlerimiz üzerinde olsa ama heyhat...Zaman içinde hayatımıza bir çok insan dokunuyor.Kimisi hafif bir temasla geçerken kimisi öyle olmuyor.İşte bu hayatınıza "büyük" dokunanlar bazen kişiliğiniz üzerinde de etkide bulunabiliyor(muş.). Sanırım bana olan da bu.Hayatınıza aldıklarınıza dikkat edin sevgili okuyan.Çok düz insanlar sizi de "düz"leştirebiliyor.Bu lisede genetik konusunda gördüğümüz baskın gen'le ilgili bir şey sanırım.Edebi yetenek çekinik gen olduğu için eğer her iki insan da o yeteneğe sahip değilse düz olan baskın geliyor falan filan.
2)Bürokrasiden nefret ediyormuşum.Ben ne halt edeceğim acaba okulum bitince?!Sıkıcı bir konu.Çok uzatmıyorum.
3)Ramazan geldi laylaylom.Ama bende ramazan ruhu olamadı nedense.Sanki sokakta da o ruhu göremedim yanılıyor muyum bilmem.Pek oruç tutan yok gibi,herkes ya bir şeyler yiyor ya da içiyordu.Hava sıcak diye ben böyle öngörmüştüm önceden belki de algıda seçicilik yapıyorumdur.
4)99 yılından kalma EGO otobüsleri hala kullanımda.Tıslaya tıslaya dolaşıyorlar.Bir de havasız.
5)Ahh tabi her yazın en büyük sorunu:toplu taşımadaki ter kokusu.Neden,neden,neden?Yapılacak şey çok basit her sabah,hadai 2 günde bir de olabilir, bir duş alın sevgili Ankara'lılar.Yazık vallahi herkeslere.Bir gün bir kız kalkar isyan ederse bilin ki o benim.
6)Sonra bi de kuşak farkı denen şey doğruymuş gerçekten.Ben artık evdeki kimseyle anlaşamaz oldum.Kimse beni anlamıyo böhueheueueöhuehe triplerine ergenken girmemiştim şimdi giriyorum.Ne hale soktun beni kuşak farkı.
İşte bu kadar.Kib.Öptüm.Bye.
Etiketler:
Hayat Üzerine
Kaydol:
Yorumlar (Atom)